Bir Nisan sabahında

Reyhan Karagöz Çetin

    Yeni bir gün sevinciyle uyanabilmek belki de yaşamın en büyük ödülü. Büyük bir heyecanla neler olabileceğini hayal etmek ne güzel. İki gün önce sabah saatlerinde yağan kar, ardından bizi şaşırtan dolu, peşinden gelen yağmur ve sonrasında parlayan güneş, bizleri mucizelere hazırlayan vahiyler gibiydi; olmaz diye bir şey yok, her yeni gün pek çok mucizeye gebe diyordu sanki.

     Pazar sabahının sevinci de bir başka güzel.  Aslında evimizde epeydir işe veya  okula  giden yok ama yine de kalıplaşmış pazar sevinci kalbimizde yerini buluyor. Tatlı hayallerin mahmurluğu ile yatakta tembellik yapmak, gece boyu gezdiğimiz düş tarlalarından derlediğimiz çiçeklerle vedalaşıp  yeni güne merhaba demek, güzelliğin birinden uzaklaşıp diğerinin kucağına atlamak gibi.

      Bir nefesle tutunduğumuz yaşamı, sırça bir kadeh gibi özenle tutmak gerekiyor, kırıp dökmeden. Yaşamda hoyratlığa yer olmadığını, zarafetin ön planda olması gerektiğini bilerek yaşamak gerekiyor. İpekten bir bağ, bizi yaşama bağlayan. O halde ipekböceği maharetleri ve sabrı ile donanmak gerekiyor

        Kuşlara göç yollarını, uçmayı öğreten, yuva yaptıran; örümceklere ağ ördüren, balıklara yumurtalarını saklatan içgüdülerin farklı şekilleriyle ne de güzel donanmışız.  Şahane bir beden, şahane duygular ve harika bir kainat. Doğa ile koyun koyuna. İnsan insanla elele, göz göze.

        Dünyaya neden gelmiş olabilirsin sorusuna verebileceğim en mantıklı cevap ne kadar sevebildiğimi ne kadar sevildiğimi görmek için diyebilirim. Buradan çıkacak denklemin sonucuna kimileri hüsran diyebilir. İnsanın, insanı üzen, ezen, aldatan yanı bir diğerinde yaralar açacaktır. Fakat tüm o yaralar değil mi bizi olgunlaştıran, besleyen, güçlü ve güzel kılan. Bizi düşündüren, sorgulatan…

    Zorlukları var elbette yaşamın. Gökyüzüne pamukşekerler ekemiyoruz mesela. Çocuklarımızı bırakamıyoruz o engin bahçeye, koşup oynayın yıldızlarla diye. Takılıp bir kuyrukluyıldızın peşine, göremiyoruz yukarıda neler olup bittiğini. Artık bazı şeylerin uzaktan daha güzel göründüğünü ve neden uzak olmaları gerektiğini biliyoruz, anlıyoruz. 

     Duygularımız sayesinde yaşamı anlıyoruz. İsmini bilmediğimiz nice duygu belki de iletişim kurmakta, anlaşmakta zorluyor bizleri. Opia: Aynı anda sizi hem savunmasız, hem de saldırıya açık hissettiren birinin gözüne baktığımızda oluşan belirsiz ciddiyet.

Jouska; Kendi  kafamızda canlandırdığımız hayali konuşma.

Chrysalism. Fırtınalı havada kapalı bir mekanda olmanın verdiği huzur.

Ellipsism: Tarihin nasıl devam edeceğini hiçbir zaman bilemeyecek olmanın verdiği hüzün.

      Adı konmadan da yaşadığımız bu duygulara ad konması, insani duyguların birbirine ne kadar da yakın olduğunu, birbirimizden aslında pek de farklı olmadığımızı gösteriyor bize. Aylar süren kuraklığın peşinden gelen yağmura kavuşma sevinci hangi adla anılıyor acaba? Çimlere değen çıplak ayaklarımın yaşadığı duygu? Çok sevdiğim biriyle vedalaşırken gözlerimiz kilitlendiğinde yaşanan o duygunun adı? Sanki araya giren yollar ve zamanın insanın canından can kopardığı hissi? 

       İçinden sürekli konuşan ben bazen merak ederim her insan böyle mi diye. Bazen yoran bazen de insanı mutlu eden, yalnızlıktan koruyan duygular. Ne zaman birine kızgınlık duyguları içinde olup öfkeli bir şeyler düşünsem ya parmağım sıkışır bir yere ya da başımı çarparım ya bir dolap kapağına ya da raflardan birine. Hemen uyarırım kendimi, gördün mü bak, kalbinden kötü şeyler geçirmene Allah razı olmadı, düşünceni düzelt diye. Aslında biliyorum ki o can yanması dalgınlığımın eseri ama ben bunu uyarı gibi algılayıp olumluya çevirmeyi seviyorum .

      Masalsı bir dünyada yaşıyoruz. Robin Hood’lar, Kırk Haramiler, Kazanovalar, Don Juan’lar geziyor ortalıkta. Bir takım insanlar Ortaçağ karanlığında bir kısmımız Uzay gemisinde yol almakta. Birbirini tutmayan eylemler, söylemler akıl ile duyguların çatışmasından mı kaynaklanıyor bilmemki.

Sokrates’in dediğine göre kötü insan yokmuş, sadece yaptığının kötü olduğunu anlamayan cahiller varmış. Tüm kötülüklerin sebebi bilgisizliktir diyor ünlü filozof.

      Aşk adına kandıranlar, cebinde büyülü sözlerle gezip aşk arayanları can evinden vuranlar belki birkaç zamanlık beyliği, tatmin olan beğenilme duygusunu kar sayıyor. Yüzeysel hazları belki de aşk zannediyor. Oysa insan aldattığı her insanla beraber güvensizlik deryasına dalıyor. Kaç tane aşk yaşadığını anlatanların,  aşk adamı olduğunu söyleyerek avunanların sözlerini milliyetçi bir söyleme benzetiyorum ben. On defa büyük devlet kurduk diye övünürken on devletin neden yıkıldığını aklına getirmeyenlere benzetiyorum. Mağlup oldukları aşk savaşlarının suçunu hep başkasına atmanın rahatlığından  olsa gerek yeni aşklara kupa yelken açabilmeleri. Belki de aşk sözünden ne anladıkları ile ilgili bir anlam karmaşası.

    İnançlarımız, bazı zorluklara göğüs germe noktasında en güvenilir limanımız. Tanrı ve inanç meselesi olmayan bir dünyaya doğsak belki de biz çıkıp arayacaktık tanrıyı. Bizden güçlüsüne sığınma ihtiyacı duyuyoruz çünkü. Neden dersek yaşanan insani dehşetten dolayı. Sağlayamadığımız adil düzenin bir yerlerde var olduğuna inanmak istiyoruz. Güzel bir dünyayı cennette de olsa düşlemek, yapılan kötülüğün illaki cezasını bulacağına inanmak istiyoruz. Kötülük ve ceza konusuna yaklaşımım farklı olsa da beklentileri bu konuda yoğunlaşmış buluyorum. Yazık ki aşk konusunda olduğu gibi din konusunda da avlanıyoruz. Ben artık dini söylemlerle kendini gösterenler tarafından vurulacağıma o kadar inandım ki. Keşke yanıltsalar beni. Kötü niyetten değil de şekilci dindarlıktan olsa gerek.  Körü körüne inandığını din zannedip sorgulamamaktan olsa gerek. Beni en çok şaşırtan mevzu  şu: “Ben Allaha inanıyorum. Yaptığımın günah olduğunu inkar etmiyorum. Allahın affedici olduğunu, şirkle veya şüpheyle gelmeyeni affedeceğini, beni de ateşinde yakmayacağına inanıyorum”.  Ramazan ayında hırsızlığa, tecavüze, içkiye ara verdim diyen sözde dindarlık gibi.

     Aldatılmak da insanı olgunlaştıran bir olgu deyip kendimi avutsam da psikolojide bunun adının inkar olduğunu biliyorum. Acıyla yüzleşmemek için insanın geliştirdiği bir savunma yöntemi. Aldatılmadan yaşayamadığımıza göre kim bilir daha ne yöntemler bulacağız kendimizi avutmak adına. Tıbbi aldatılma, siyaseten aldatılma derken aldatılamayacağımız ne var bilemiyorum. Yaşanan somut olaylar bile yazandan yazana, anlatandan anlatana onca değişirken.

      Kendimizi koruyabilmek için yalancı ışıltılardan etkilenmemeyi öğreneceğiz, elmasın, karanın özünden geldiğini hatırlayarak.  Suskunluğun sadeliğin kıymetini bileceğiz süslü sözlerin yalancı büyüsünden kurtularak. Adaletin tek temsilcisinin vicdanımız olduğunu unutmayacağız. İncinin istiridyenin canını ne kadar acıttığını bileceğiz. Kaç acı ne kadar mutluluk eder hesabını iyi yapacağız. Ne demiş Nazım: Yaşamak ciddi iştir, şakaya gelmez.

Öyle ince hesaplarla yaşanıyor ki hayat aslında her birimiz birer bilim adamı, birer sanatçı, birer aktörüz, simgeler ve semboller dünyasında. Aşk yalan da olsa en sevdiğim aşık rolü oynamak. O yüzden belki de illaki aldanacaksam aşk adına aldanayım deyişim.

Aşk ile yaratılan kainatın çiçeklerle bezeli otağına kurulan bizler inanıyorum ki hiçbir zaman aşksız kalmayacağız.