Fedai Zorlu'nun yazısı: Türkiye Yüzyılı

Geyveli Elektrik Elektronik Yük.Mühendisi Fedai Zorlu'nun, Türkiye Yüzyılı enerji ve jeopolitik perspektifinden değerlendirdiği yazısı... Kendi Kendine Yazılar : Siyasete Not 1 Türkiye Yüzyılı 

Fedai Zorlu'nun yazısı: Türkiye Yüzyılı
21 Ağustos 2023 - 16:44 - Güncelleme: 21 Ağustos 2023 - 17:23
İşte Geyveli Elektrik Elektronik Yük.Mühendisi Fedai Zorlu'nun yazısı: 

Kendi Kendine Yazılar: Siyasete Not 1 Türkiye Yüzyılı 

Seçim öncesi sıkça duyduğumuz bir kavram Türkiye Yüzyılıdır. Peki bu kavramın popülist bir söylemden çıkıp gerçek olma ihtimali var mıdır? 

Hakikat şudur ki sihirli bir değnek hiçbir zaman omzumuza değmeyecektir ve bir sabah uyandığımızda Türk yüzyılı başlamayacaktır. Ne diyor Akif “Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak.../Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak” ben bu ölüme razı olmayanlardanım. Bu yüzden inancını hiçbir zaman kaybetmediğim Türk yüzyılı’nın avantaj ve dezavantajlarını enerji özelinde ele almak istiyorum.

Değişen jeopolitik ve ekonomik dengeler ile birlikte yeni bir konjoktüre doğru ilerlemekteyiz. Dengelerin keskin ve derinden değişebildiği uluslararası arenada Türk Dünyası belirli bir oranda yer tutmaktadır. Türk Dünyası vardır ve ilelebet var olacaktır. Tarihin belirli dönemlerinde büyük devletler ve siyasi güçler vuku bulmuştur aynı şekilde yine belirli dönemlerde bu devletlerin çöküşü ve bir milletin yeniden doğuşuyla sonuçlanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur ki; bir devlet ne kadar iyi yönetilirse yönetilsin, iyi devlet adamlarına sahip olsun aynı zamanda sağlam bir sosyal alt yapısı olsun buna rağmen küresel şartlar lehine değil ise cihanşümul bir devlet haline gelmesi çok zordur. Hatta yıkılma ve parçalanma ile karşı karşıya dahi kalınabilir. 

Şartlar geçtiğimiz birkaç asırda Türk Dünyasının aleyhine gelişti. Ticaret yollarının değişimi, batıda yaşanan sosyo-kültürel değişimler ve nitekim askerlik kurumunda Türk Dünyası’nın teknik açıdan geride kaldığı bir dönem. Tarihsel gelişim açısından hem diplomasinin hem de bürokrasinin askerliği temel alan bir düzlem üzerinde yükseldiği göz önünde bulundurulursa, askerlik kurumunda teknik açıdan geri kalan bir devletin diplomasi ve bürokraside rakipleriyle baş edebilmesi de pek mümkün değildir. Nitekim bazı çok yetenekli diplomatlar ve bürokratların yarattığı dönemsel etkiler haricinde sürdürülebilir bir rekabet de ortaya koyulamamıştır. Bu noktada diyebiliriz ki, istisnalar kaideyi bozmaz.

Sonda söyleneceği başta söyleyecek olursak, başarılı iki nesil çıkartabilmemiz halinde son birkaç yüzyıldır devam eden makus talihi tersine çevirmek mümkündür. Buna ilave olarak muktedir olmak isteyen bir devletin; enerji, teknoloji, bilgi ve tarım konusunda kendine yetmesi gerektiğinin altını çizmek gerekir.  

Uluslararası arenada dengelerin değişiminden söz ettiğimiz de Rusya-Ukrayna savaşı ve bunun Avrupa birliği üzerinde ki siyasi ve ekonomik etkilerini konuşmak gerekiyor. Bu yazıda savaşın etkilerini detaylı olarak ele almaktan ziyade Rusya-Ukrayna savaşının siyasi ve ekonomik etkilerinden Avrupa’nın Orta Asya’ya olan ilgisinin artmasını değerlendireceğiz. 

Orta Asya kavramı, Alman bir diplomat / yer bilimci olan Alexandar von Humboldt tarafından ilk defa kullanılmış olsa da, devam eden süreçte siyasi ve coğrafi literatürdeki yerini almıştır. Öte yandan bizler için Orta Asya’dan ziyade “Türkistan” kavramı söz konusu olmalıdır. Zira bahsedilen coğrafyanın hem tarihteki hem de Türk Milleti’ndeki adı budur. Orta Asya kavramının çıkış noktası hakkında verilen bilgiden de anlaşılacağı üzere Avrupalıların bu bölgeye olan ilgisi yeni değildir. En basit örneğiyle, 18 ve 19. yüzyıllarda yaşayan von Humboldt’un da ilgisini çekmiştir. Peki ya von Humboldt’un 18 ve 19. yüzyıllarda yaşaması bir tesadüf müdür? Bence değildir. Şöyle bir düşünelim, 18 ve 19. yüzyıllarda Rus Çarlığı, Rus İmparatorluğu’na dönüşmüştür. Rusya’nın söz konusu tarihi dönemine dair yapılacak analiz, bizleri farklı yönlerden düşünmeye sevk edecektir. Örneğin o dönemlerde Rusya’nın batılılaşma çabalarından kaynaklı olarak yaşadığımız şu günlerle bir tezatlık olduğu iddia edilebilecektir. Ancak Rusya’nın batılılaşmaya karar verdiği bu dönemlerde batının ve Osmanlı’nın başına büyük bir bela olduğu gerçeği beni daha çok ilgilendiren kısımdır. Dolayısıyla oldukça sade ve basit bir çıkarım yaparak söyleyebiliriz ki, Rusya’nın batılı devletlerin ve özellikle Kıta Avrupası’nın başına bela olmaya başladığı bu dönemlerde Alman bir diplomatın Orta Asya’ya “Orta Asya” diyecek kadar ilgi duyması bence tesadüf değildir. Anlaşılacağı üzere, Rusya ve Avrupa arasında ipler ne zaman gerilse Avrupalıların dikkati ister istemez Türkistan’ı (Orta Asya’yı) da kapsama alanına almaktadır. Tıpkı bugün de olduğu gibi.

Türkistan Coğrafyası, hem zengin yer altı kaynaklarına sahip olması hem de jeopolitik açıdan çok önemli bir güzergahta bulunması hasebiyle çeşitli güç odakları tarafından ilgi duyulmasına şaşırılmayacak bir coğrafyadır. Türkistan Coğrafyası’nın komşuları incelendiğinde Rusya, Çin, İran ve Hindistan gibi çok önemli devletler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra coğrafyanın Hazar Denizi üzerinden Batı’ya açılması ihtimali enerji jeopolitiğindeki dengeleri tümüyle değiştirebilecek kadar önemli bir ihtimaldir. Tabii bu ihtimal bizler için bir ‘ihtimal’ iken çeşitli devletler için de bir ‘risk’ olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu ‘risk’ Rusya – Ukrayna savaşının enerji yönünden etkileri göz önünde bulundurulduğunda, ciddiye alınması gerektiği aşikar bir girişim olabilir. Yani Türkistan devletleri ile Türkiye ve Azerbaycan diğer Türk Devletleri’nin ortak bir zeminde çalışması ve uzlaşması halinde Batılı devletleri Türkistan doğalgaz ve petrolünün ulaştırılması mümkün olabilir. Elbette bu durum Rusya ve İran için bir tehlike arz etmektedir. Türkistan devletlerinin genelinde ise bu konuda istek olduğu görülmektedir. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi Türk ülkeleri arasındaki diyalogun artarak devam etmesi, devletlerin birbirleriyle uyum içinde hareket edebilme becerisini göstermesi oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra Türkistan Coğrafyasında yer alan bu devletlerin liberalleşme ve serbest piyasaya yönelik yaptığı reformlar da Avrupalı ülkelerin aradıkları ortamı oluşturmakta, Avrupalıları bir nevi cezbetmektedir.

Rusya ve İran gibi aktörler, Türkistan Coğrafyasındaki devletlerin hem enerji hem de ekonominin geri kalan alanlarında Batı’ya açılmasına izin verir mi? Örneğin Hazar Denizi üzerinden Azerbaycan’a, oradan Türkiye’ye ve Türkiye’den de Avrupa’ya gidebilecek bir doğalgaz boru hattı mümkün müdür? Ne gibi yollar izlenerek böyle bir proje gerçekleştirilebilir? Ya da genel hatlarıyla Türk Devletleri arasındaki ilişkiler nasıl ilerler, ne kadar daha ilerler ve ekonomik anlamda bir birlik oluşturulabilir mi?

Öncelikle olayın belki de en önemli kısmı olan Hazar Denizi’nden başlayalım. Hazar Denizi en eski tarihlerden bu yana uğruna sayısız savaşlar verilmiş, rekabetler edilmiş bir deniz olmuştur. Bugün de bu unvanını korumaktadır. Üstelik sözünü ettiğimiz üzere, Rusya – Ukrayna savaşıyla birlikte yeni siyasi ve jeopolitik gelişmelere de gebe hale gelmiştir. Aslına bakarsanız değişimin net olarak hissedildiği ilk savaş 2020 yılında gerçekleşen İkinci Karabağ Savaşı olmuştur. Bu savaş Rusya için sonun başlangıcıdır. İkinci Karabağ Savaşı, Rusya’nın “müstemleke”lerinde kontrolü kaybetmeye başladığına delalet eden bir savaş olmuştu.
Ermenistan’daki Paşinyan hükümetinin Rus iktidarıyla istikrarsız münasebetlerinin yanı sıra, Erivan’da yaşanan bir takım gelişmeler de oldukça önemliydi. Öte yandan Rusya’nın savaşa doğrudan müdahil olamaması ve Azerbaycan’ın başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerden aldığı destekle sahayı domine etmesi Rusya’nın “müstemlekelerinde” kontrolü kaybettiğini gösteriyordu. 2014 yılında Ukrayna’da gerçekleşen renkli devrim ve bunu takip eden yasadışı Kırım İlhakı ile birlikte Rusya, Suriye’de “Amerika sayesinde” sergilediği yüksek performansla olayı topladığını Ukrayna’da yaşanan hezimeti unutturduğunu düşünüyordu. Nitekim Kırım’ın İşgali ile bir şov yapmış oluyorlardı. Ancak aradaki 6 yıllık sürecin ardından Rusya’nın hem Ermenistan’da hem de Suriye’de yaşamış olduğu gerilemeler oldukça ilgi çekiciydi. Ermenistan, Suriye ve Libya gibi topraklarda Türkiye ile sık sık karşıya gelen Rusya, 2014-2020 yılları arasındaki “altın çağını” geride bırakmak üzereydi. İkinci Karabağ Savaşıyla bu durum iyice ayyuka çıkmıştı. Dolayısıyla gözler bir yandan da Ukrayna’ya çevrilmiş vaziyetteydi. Diğer cephelerde aldığı başarıların da etkisiyle Ukrayna cephesini soğutan Rusya, şimdi diğer cephelerdeki gerilemeleri Ukrayna’dan başlayarak durdurmak zorundaydı. Zira bu işin Rusya için hem psikolojik, hem siyasi hem de ekonomik sonuçları bulunmaktaydı. Psikolojik olarak, 2014-2020 yılları arasındaki altın çağın bitimini kabullenmek istemeyen Rus yüksek hiyerarşisi, bu çağı tekrar başlatabilecek ve kendilerini “muzaffer” kılabilecek bir hamle yapmak zorunda hissediyordu. Siyasi olarak, İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra Zengezur Koridoru’nun açılmış olması, takip eden süreçte Hazar’a kıyısı olan devletlerden Kazakistan ile Türkmenistan’ın ve Türkmenistan ile Azerbaycan’ın aralarında anlaşmış olmaları ve Türkiye’nin de burada önemli bir nüfuza sahip olması gibi bir gerçek bulunmaktaydı. Yakın zamanda Rusya’nın Kazakistan’da yapmaya çalıştıklarını biliyoruz. Kazakistan’da yaşananlar gibi çeşitli hamlelerle buradaki “Türk Birliğini” kontrol altına almaya çalışan Rusya, gelişmelerin yarattığı siyasi baskı dolayısıyla müstemlekeler içerisindeki “en dik” ve “en tehlikeli” olanı Ukrayna’ya tekrardan kafayı takmış bir vaziyete döndü. Kimdi bu müstemlekeler? Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Ermenistan, Gürcistan, Ukrayna vb. ülkelerdi. Bu ülkeler içerisinden en tehlikelisi ise Batı’nın desteğini tümüyle arkasına alan ve kendi askeri teknolojilerini üretme konusunda hiç de fena olmayan Ukrayna idi. Öte yandan Ukrayna’nın diğer ülkelere oranla Rusya’ya karşı çeşitli avantajları da vardı. Bu avantajlardan bir tanesi ve en önemlisi, Rus Devleti’nin devamlılığının hayati derecede bağlı olduğu doğalgaz satışlarının gerçekleştiği boru hatlarından hatırı sayılır bir kısmının Ukrayna’dan geçerek Avrupa’ya ulaşmasıydı. İşte tüm bu etkenler sonucunda Rusya, deliliklerine bir yenisini daha ekleyerek Ukrayna’yı işgal etmeye kalkıştı ve hem kendisini hem de dünya ekonomisini büyük bir zora soktu. 

Neyin cevabını aradığımızı bir kez daha hatırlayalım: Bir Türk Yüzyılı Mümkün mü?
Bu sorunun cevabını ararken de ilk olarak Hazar Denizi’ni incelemekle başladık ve ardından Rusya’nın son birkaç yıl içerisindeki dış politika perspektifinin konuyla yakinen ilgili olan kısmını ortaya koyduk. Şimdi, elbette Hazar Denizi’ni merkez alan gelişmelerin yaşanması ve çeşitli fikirlerin ortaya atılması şaşırılacak bir durum değildir. Nitekim burası çok önemli bir doğalgaz havzasıdır ve Avrupa da son dönemde Rusya ile yaşadığı sorunlar sonucunda kendisine alternatif enerji kaynakları aramaktadır. Bu doğrultuda yakın zamanda TANAP’ın kapasitesinin iki katına çıkarılarak yıllık 32 milyar metreküp olması kararı da alınmıştı. Bunun yanı sıra Türkiye’nin Kazakistan ve Türkmenistan doğalgazlarını deniz yolu ile Azerbaycan’a taşıyıp Azerbaycan’dan da boru hatları ile Ankara üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması gibi bir projesi bulunuyor. Bu projenin de önümüzdeki günlerde daha fazla konuşulacağını düşünüyorum. Evet, gördüğünüz üzere fasulyenin faydaları kısmına geldik. Kazakistan-Türkmenistan’dan bir boru hattının Azerbaycan-Türkiye güzergahını izleyerek Avrupa’ya ulaşması bölgede Rusya ve İran’ın varlığı ve deniz tabanına boru hattı döşemenin hukuki gereklilikleri düşünüldüğünde pek gerçekçi değildir. Öte yandan doğalgazın gemiler ile Azerbaycan’a getirilmesi ve buradan hattına aktarılmasında ise hiçbir sıkıntı yoktur. İran veya Rusya’nın gemilerle yapılacak bu tür bir ticarete hukuki olarak itiraz etmesi mümkün değildir. Ancak elbette politik itirazlar olabilir. Diplomatik açıdan gerilimler ve hatta belki de gemilerin, gemilere yükleme tahliye yapacak terminallerin sabote edilmesine kadar gergin bir süreç yaşanabilir. Ancak bu girişimler, doğalgaz alternatifinin Batı’ya sunulmasının Türk ülkelerine kazandıracağı ekonomik ve politik güç göz önünde bulundurulduğunda, Rusya ve İran tarafından Türk ülkelerine savaş açma cüreti gösterilmediği sürece beyhude çabalar olacaktır. Olayın savaş veya şiddetli çatışma noktasına gelmesi demek ise zaten zor günler yaşayan Rusya ve İran ikilisi için hiç hoş olmayacak sonuçlar doğurabilecektir. Dolayısıyla evet, Hazar Denizi üzerinden Avrupa’nın beslenmesi, politik ve askeri açıdan meşakkatli fakat Türk Yüzyılı’na giden yolda çok mühim bir adım olacaktır. Türk ülkelerinin birbirlerine kenetlenerek Rus ve İran ikilisiyle baş etmesi ise mümkündür. Burada askeri açıdan Türkiye’ye oldukça büyük bir iş düşmektedir ve Türk ülkelerinin TSK tarafından desteklenmesi, teknoloji ve taktik/strateji bilgi birikim aktarımlarının yapılması son derece önemlidir. Orduların müşterek çalışma kabiliyetlerinin artırılması da caydırıcı bir unsur olacaktır. Ancak hepsinden daha önemlisi, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan içerisindeki bazı Rus ajanlarına gereken özenin gösterilerek sürecin sabote edilmesini engellemektir.

Enerji konusu bir Türk Yüzyılı oluşturabilmemiz açısından son derece önemli olsa da, başka pek çok önemli konular da bulunmaktadır elbette. Bahsi geçen tüm konuları tartışılıp ve riskleri, fırsatları, avantajları, dezavantajları ortaya koyulması gerekmektedir.

Prangalar kuru hamaset ile kırılmaz efendiler. 

Fedai Zorlu
20.08.2023 / İzmir

Fedai Zorlu kimdir?
1995 yılında Sakarya’da dünyaya gelmiş olan Fedai Zorlu, ilköğretimini Alifuatpaşa Cemal Gürsel İlköğretim okulunda tamamladıktan sonra Sakarya Anadolu Lisesinden mezun olmuştur. Ardından Sakarya Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliğinden mezun olan Zorlu, aynı bölümde yüksek lisans eğitimini tamamlayarak Elektrik Elektronik Yüksek Mühendisi ünvanını almıştır. 

Meslek hayatında özel sektörde yerli ve yabancı özel şirketlerde çalışmış olup, Yurtiçi ve yurtdışında pek çok Petrokimya, rafineri ve enerji santrali projelerinde bulunmuştur. Yerli ve yabancı şirketlerde mesleğini icra eden Fedai Zorlu, halen Türkiyenin en büyük endüstriyel holdinginde proje yöneticisi olarak çalışmaktadır. 

Öğrencilik hayatından itibaren Milliyetçi STK’ların pek çok kademesinde görev almış olan Zorlu, lise hayatından itibaren öğrenci lideri olarak öne çıkmıştır. Sakarya Üniversitesi Öğrenci Senatosunun kurucu üyesi, SAÜ Öğrenci Konseyinin Genel Sekreteri, Genç Mühendisler Topluluk başkanı gibi görevleri öğrencilik hayatında icra etmiştir. Aynı zamanda Stratejik Düşünce Derneğinin kurucu üyesidir. 

Evli ve bir kız çocuğu babasıdır.

Bu haber 2197 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum