Fedai Zorlu

Fedai Zorlu


Siyasete Not 4: Büyük Ortadoğu ve Türkiye

16 Haziran 2025 - 21:48

SİYASETE NOT 4 : BÜYÜK ORTADOĞU VE TÜRKİYE
Eskinin Ölmediği, Yeninin Doğmadığı Bir Dünya: İran İsrail Savaşı


Eskinin ölmediği, yeninin ise henüz doğmadığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Bir eşikteyiz. Dünya, kuralsız bir yeni dengeye doğru evriliyor. Ortadoğu’da ise bu dönüşüm daha sarsıcı, daha kanlı yaşanıyor. İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını tüm boyutlarıyla değerlendirmeden önce, Türkiye’nin bu kriz denklemindeki yerini ve gelecekteki stratejik pozisyonunu anlamaya çalışmalıyız. Ama her şeyin başında kabul etmemiz gereken çıplak bir gerçek var: Ortadoğu’da İsrail hiçbir zaman yalnız değildir. Her daim yanında Amerika Birleşik Devletleri vardır.

ABD’nin 5. Filosu, Bahreyn açıklarında konuşlanmış durumda. Yaklaşık 2,5 milyon mil karelik bir alanı Basra Körfezi, Kızıldeniz, Arap Denizi ve Hint Okyanusu’nu denetim altında tutan bu askeri varlık, Washington’un üç temel stratejik hedefi için bölgede kalıcılığını sürdürüyor: İsrail’in güvenliğini sağlamak, petrol akışının kesintisiz olmasını teminat altına almak ve bölgeye ABD dışındaki aktörlerin hâkim olmasını engellemek.

Bu stratejik tabloda İran’ın elindeki en büyük koz hiç kuşkusuz Hürmüz Boğazı’dır. Dünya petrolünün yüzde 20’sinin geçtiği bu dar geçit, küresel enerji arzının en kritik kilididir. İran’ın burayı kapatması, sadece bölgesel bir krizi tetiklemekle kalmaz; küresel ekonomi şok dalgalarıyla sarsılır. Petrol ve doğalgaz fiyatlarında patlamalar yaşanır, enflasyonun yeni bir küresel dalgası kaçınılmaz hale gelir. Bu durum, özellikle enerji bağımlılığı en yüksek olan ülkelerden Çin için bir felakete dönüşebilir. İran’ın en büyük müttefiki olan Çin, kendi ekonomik sürdürülebilirliği adına böyle bir kesintiye tahammül edemez. Dolayısıyla Tahran’ın elindeki bu kart, bir yandan güçlü bir koz olsa da, öte yandan kullanımı sınırlı bir tehdit aracıdır.

Peki İsrail’in saldırılarının nihai amacı ne? Bu sorunun yanıtı tek cümlede gizli: İran’da rejim değişikliği. Mevcut molla rejiminin ömrünü tamamladığını ve artık tasfiye sürecine girildiğini söylemek abartılı olmaz. Son dönemde düzenlenen operasyonlar, sadece bazı askeri hedefleri değil, doğrudan rejimin kurumsal hafızasını hedef aldı. İran topraklarına sızan İsrail istihbaratı, İHA üsleri üzerinden yatak odalarına kadar ulaştı. Rejim kadrolarına yönelik suikastler, yalnızca fiziksel değil psikolojik olarak da rejimi çökertmeyi hedefliyor.

Unutulmamalı ki, geçtiğimiz yıl İran istihbaratının İsrail masasında görevli üst düzey bir ismin Mossad ajanı çıkması, ülke içindeki çözülmenin boyutunu açıkça gösterdi. Bu gelişme, sadece İran için değil, bölgedeki tüm ülkeler için bir uyarı niteliğinde. Türkiye de bu örnekten ders çıkarmalı.

1979 yılında Air France uçağıyla Paris’ten Tahran’a dönen Humeyni’nin ilk sözleri, “Siyonist İsrail haritadan silinecek” oldu. Ardından Batı’yı “şeytan” ilan etti. Ancak rejimin temelleri atılırken çekilen bazı fotoğraflar Humeyni’nin şükür namazı kılarken arkasında bir ABD büyükelçisi ve hahamın bulunması gibi rejimin gerçek doğasına dair ipuçları verdi. İran’ın görünürdeki İsrail karşıtlığı, İsrail’in kendini silahlandırmasına ve bölgedeki varlığını meşrulaştırmasına zemin hazırladı. Bu karşıtlık bir nevi ortaklaşa büyütülen bir tansiyona dönüştü. İran, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye ve Yemen’de çeşitli vekil unsurlar üzerinden etkisini artırmaya çalıştı. İsrail ise bu tehdidi gerekçe göstererek askeri varlığını artırdı, nükleer silah kapasitesini meşrulaştırdı ve Filistin başta olmak üzere tüm bölgede uyguladığı saldırgan politikaları haklı göstermeye çalıştı.

Bugün gelinen noktada İsrail’in hedefi açık: İran rejimini devirmek ve ülkeyi mezhep ve etnik temelli fay hatları üzerinden parçalamak. Aynı zamanda iç kamuoyunda çokça eleştrilerin hedefi olan Netanyahu bu savaş ile muhaliflerini bir noktada absorbe etmeyi başaracaktır. Bu senaryo, geçmişte Irak ve Suriye’de test edildi ve ne yazık ki başarılı oldu. İran da benzer bir akıbetle karşı karşıya kalabilir. Bu bağlamda dikkat çeken bir detay, devrik Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin torununun kısa süre önce bir Yahudi iş insanının oğlu ile evlenmiş olmasıdır. Yeni döneme dair sembolik bir işaret olarak yorumlanabilir.

Bütün bu gelişmelerin altında yatan büyük plan, kamuoyunda BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak bilinse de asıl hedefi Büyük İsrail Projesi’dir. Bu proje, bölgede dört parçalı bir sözde Kürt devleti oluşturarak nihayetinde Türkiye’yi de kuşatma stratejisini devreye sokmayı amaçlıyor. Haritalar çoktan çizildi, zaman ise bizim için hızla daralıyor. Süreç, taşeron yapılar eliyle ilerliyor ve eninde sonunda Türkiye’nin iç bütünlüğüne kadar uzanabilecek bir tehdide dönüşüyor.

İsrail’in saldırılarında ilk hedef hipersonik füze rampaları ve askeri hava üsleri oldu. Aynı anda rejimin karar alıcı lider kadroları hedef alındı. İran’ın ilk 24 saat içinde cevap verememesi, içerideki sızmaların ve istihbarat zaaflarının büyüklüğünü gösteriyor. Süreç şimdi İran’ın nükleer tesislerine ve petrol rafinerilerine yönelmiş durumda. Ekonomik olarak halihazırda kırılgan olan İran, bu saldırılarla daha da zayıflayacaktır. Nihai hedef, İran’ı parçalamak ve Batı’ya yakın, kontrol edilebilir bir rejim inşa etmektir. Ancak İran da tüm bu baskıya rağmen cevapsız kalmayacaktır. Misillemelerin şiddeti, bölgesel bir savaşın şiddetini artırabilir. 

Bu savaşın doğrudan Türkiye üzerine nasıl bir etkisi olabilir?
Petrol fiyatlarında yükseliş cari açığı olumsuz etkileyerek yıllık enflasyon tahminlerini hedefinden uzaklaştırabilir, bölgesel bir savaş turizm gelirlerinin düşmesine sebep olabilir buda enflasyon karşısında Türkiyenin elini zayıflatabilir. 

İran, Irak ve Suriye hattı Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kara köprüsüdür. Sınır kapılarındaki güvenlik riski artarsa, ihracat tırlarının bekleme süresi günlerden haftalara uzayabilir. Bu gecikmeler lojistik maliyetleri yukarı çekerken, İhracatı şirketler açısından olumsuz bir durum yaratır. 

CDS’lerin yükselmesi Merkez Bankası üzerindeki döviz rezervlerini doğrudan etkileyerek TL’nin değer kaybını hızlandırabilir. 

Bu karmaşık tabloda Türkiye için büyük fırsatlar kadar ciddi tehditler de söz konusu. İran’da yaşayan 45 milyonluk Türk nüfus, Türkiye’nin diplomatik gücünü genişletebilecek potansiyele sahiptir. Ancak bu nüfusu siyasi ve kültürel olarak entegre etmek, uzun vadeli bir strateji gerektirir. Öte yandan Mossad’ın İran içindeki faaliyetleri, Türkiye’ye yönelik istihbarat güvenliği konusunda uyarıcı olmalıdır. 

Türkiyenin bu süreçte Zengezur Koridoru, Hazar Denizi üzerinden Türkmen Gazı’na ulaşımına dair jeostratejik programlar üzerine doğrudan gitmesi gerekmektedir. 
Savunma sanayi yerlileştirme projeleri konusunda mesafe kat eden Türkiye, bu alanlarda ilerlemesini ve askeri teknolojileri üzerinden sürdürmeye devam etmelidir. 

Türkiye, enerji arzını çeşitlendirmeli, savunma sanayiini hızla modernize etmeli ve çok yönlü dış politikaya yönelmelidir. Çünkü nihai hedef, sadece İran değil, Türkiye’dir. Hedef Büyük İsrail’dir. Türk’ün güçlü olması artık bir lüks değil; bir zorunluluktur, bir varlık mücadelesidir. Türkiye, enerji savunma diplomasi sacayağını sağlam kurarsa bu fırtınayı fırsata çevirebilir; aksi hâlde Büyük İsrail haritalarının son durağına dönüşebilir.

Bu yazı 205 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum