Vakti olmayanlar için yazının özüdür:
“Seyitgazi’de gönüllü (ve görevli) olarak orman söndürürken ateşler arasında kalarak can veren ‘on bir güzel insana’ rahmet diliyorum. Hepimize yurtseverlik dersi verdiler. Ebedî vatanları ‘cennet’ olsun.
Ağaçlarla (ormanla) iç içe yaşayanların özellikle yaz aylarında yangın riskiyle, tedirginliğiyle, korkusuyla baş etmek zorunda olduklarını anlamış ve öğrenmiş bulunmaktayız. Bu nedenle kışa hazırlık yapar gibi yaza da tedarikli girmemiz gerekiyor artık.
Kışın yol açma, tuzlama, kar küreme neyse, yazın da yüksek gerilim hatlarının elden geçirilmesi, baz istasyonu trafolarının sıcağa dayanıklı hâle getirilmesi, tarlada/bahçede çalışanların yangına karşı bilinç düzeylerinin arttırılması, piknik yapmanın yasaklanması veya bu kadim yemek kültürümüzün yangına neden olmayacak şekilde organize edilmesi, ormana giriş ve çıkışların kontrol altına alınması ve ulusal sorunumuz olan çöp bahsinin (cam, cam şişe, cam kırığı, teneke kutu vb.) sıkı bir denetime tabi tutulması gerekiyor.
Ve hayatımıza yeni bir kavram giriyor: Yaz hazırlığı.
Kuraklığa, sıcağa, yangına, yani yaza tedarikli girmek demek bu. Yangınları da deprem gibi tetikte ve diken üstünde beklemek başka bir ifadeyle. Öncelikle çıkmasını engellemek, çıkınca hızlı bir şekilde müdahale etmek, büyürse en gelişmiş hava-yer araç ve gereçleriyle söndürme faaliyetlerine başlamak.
Hepsinden önemlisi ormanı, insanı, hayatı sevgi ve dikkat korur, bilinçli yöneticiler ve bireyler yaşatır.”
Kaç gündür Karaçam’dan Bilecik’e kadar Geyve Boğazı yanıyor.
Babam ağaçları çok severdi. Ağaçlarla ilgili yaşadığı bir üzüntüden sonra kendisine gelemedi ve rahmet-i Rahman’a kavuştu. Ağaç dikmeyi, yetiştirmeyi, budamayı, aşılamayı bir Peygamber öğüdü olarak görür, Efendimizin “Kıyametin kopacağını bilseniz dahi elinizdeki fidanı dikiniz.” sözünü dilinden düşürmezdi. Mezarının hemen karşısında feryat ede ede yanan ağaçları ve canlıları iyi ki görmedi, duymadı.
Mavileri bir kenara bırakırsak Türkiye’nin en yeşil ve stratejik boğazlarından biri Geyve Boğazı’dır. (Bugün de yeşil Bursa yanıyor, ne diyeceğimi bilemiyorum, çok üzgünüm. 27.07.2025) Bu boğaz, başta yangın olmak üzere toprak-kaya kaymalarından (heyelan) tutun ani su baskınlarına kadar birçok tehlikeyi bünyesinde barındırıyor. Bölge halkının, bu gerçeği unutmadan yaşaması gerekiyor. Son yıllarda diğerlerini unutturacak derecede öne çıkan afet maalesef orman yangınları! Son üç beş gün içinde bu bölgede büyüklü küçüklü “on”dan fazla yangın çıktı ve çıkmaya devam ediyor. Biçerdöver kullanan birinin içtiği sigarayı tarlaya atmasıyla çıktığı söylenen Taraklı’daki yangın ile Geyve-Pamukova arasındaki ağaçlık alanda sebebi henüz bilinmeyen yangından sonra bir yangın da İlimbey, Karaçam, Doğançay ve Nuruosmaniye dağlarını içine alan bölgede çıktı. (23.07.2025 Çarşamba) Köyde konuşulanlara bakılırsa bu yangın, baz istasyonu trafosunun patlamasıyla çıkmış görünüyor. Evimizin karşısındaki tepelerin üstünde Hiroşima’yı andıran dağ büyüklüğündeki kara bulutları görünce ne yapacağımı şaşırdım ve bugüne kadar benzerini yaşamadığım bir acziyet hissettim. Her türlü bitki ve canlı türünü içinde barındırıp bütün boğaz köy ve kasabalarına hayat veren sağlı sollu ormanlar olmadan bu topraklarda doğup büyüyenler yaşayamazlar. Bozkırda veya çorak arazide hayata gözlerini açanlara yeşil vatana duyduğumuz bu sevdayı anlatamazsınız. Bu nedenle orman yangını, evimizin en güzel odasının bütün tablolarıyla, kitaplarıyla, kilimleriyle, halılarıyla ve maviye boyanmış duvarlarıyla yok olması demek bizim için. Ormanlar bir dış dünya unsuru değil, evimizin, oturma odamızın, mutfağımızın, balkonumuzun devamı demektir bizde. Evimizin huzura ve yeşile açılan kapılarıdır onlar. (Bıçak kemiğe dayandı, artık evler de yanıyor…)
Çocukluğumda da birkaç yangın gördüm.
Cami minaresinin ezanlar dışında iki nedenle kullanıldığını hatırlıyorum. Biri vefat edince okunan salâlar ile olağanüstü durumlarda yapılan duyurular. Yaz aylarında, normal zamanlar dışında cami minaresinden gelen hoparlör sesinin içimize düşürdüğü korkuyu bir biz biliriz. Minarelerden halka duyurulan yangın felaketiyse en kısa sürede jandarmalar eşliğinde, kazmalarımızı, küreklerimizi, baltalarımızı, sopalarımızı alarak koşar adımlarla varmaya çalışırdık yangın bölgesine. Daha önce yangın görmüş büyüklerimiz yol boyunca tersten esebilecek rüzgârlara ve alevlere karşı bizi uyarmayı ihmal etmezlerdi. Çocuk denecek yaşta, yangının önünü kesmek/almak için kazılan toprağa kazma sallayanlardan biri de bendim. O korkunun, tedirginliğin, dumana ve ateşe maruz kalmanın, susamanın ne demek olduğunu yaşamayan bilemez. Köydeki dedikodulara göre yangın, yaz aylarını, hayvanlarını beslemek için yaylada geçiren veya orman içlerindeki fındık bahçelerini temizlemeye giden insanların dikkatsizliğinden çıkıyordu. (Bu satırları yazarken telefonum çaldı. Karşımda çocuk yaşlarda yangın söndürmeye götürülmüş bir dostum vardı. Elinde baltayla ağaçları budayarak yangının yayılmasını engellemeye çalışırken iki ateş arasında kaldığını, korktuğunu ve o korkuyla oradan ayrıldığını anlattı. Hikâyeler benziyordu: Çocukluk, ateş, korku.)
Günümüzün yangınları eski yangınlara benzemiyor.
Beklenmeyen bölgelerde çıkabiliyor ve hızla büyüyor. Bu nedenle, yüksek gerilim hatlarının geçtiği yerlerle baz istasyonlarının bulunduğu alanlar gözlem altında tutulmalıdır. Demir ve kara yolu yapımındaki ateşlemelerde özenli davranılmalıdır. Açık alanlarda, ateş veya kıvılcım saçan işlerle iştigal edenlerin dikkati elden bırakmamaları gerekir. (Şu anda üstümden yanan yerlere su taşıyan bir helikopter geçiyor…) Kasıtlı çıkarılanlar dışında, yukarıda saydığımız nedenlerle de söndürülmesi çok zor yangınlar çıkabiliyor. Bu yangınlar, zamanında müdahale edemezseniz kısa sürede, insan aklının almayacağı kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor, sadece ateşiyle değil, dumanıyla da bütün insanları ve canlıları nefes alamaz hâle getiriyor.
İdeal olanı yangının çıkmasını engelleyecek her türlü tedbiri öngörmek ve almaktır ama her türlü tedbiri aldıktan sonra çıkan ve büyüyen yangınlarla nasıl baş edeceğiz, bunları en kısa sürede nasıl söndüreceğiz? Yangın bahsinde en temel soru bu olsa gerek.
Her bölgenin yangına müdahalede kendine göre olumlu ve olumsuz yanları vardır.
Geyve Boğazı ve buraya yakın yerler için konuşmak gerekirse Sakarya Nehri’nin, nehir üzerindeki barajların ve bu bölgedeki göllerin (Sapanca, İznik, Poyrazlar vb.) suları yangın söndürmede öncelikli olarak ulaşılabilir ve kullanılabilir konuma getirilmelidir. Uçaklar, helikopterler veya insansız hava araçları suyu nereden ve nasıl alacaklarını önceden bilmeli ve böylece haber alınan veya ihbar edilen yangınlara en kısa sürede müdahale edebilmelidir. Denize, akarsuya, göle uzak yerlerde yangınlara müdahalede geç kalmamak için su depoları yapılabilir ve bu depoların yanında/yakınında suyu en kısa sürede yangın mahalline ulaştıracak araçlar ve insanlar hazır bekletilebilir. Bu ve benzer hazırlıklar yapmanın kışın yolları tuzlamaktan, kardan temizlemekten, trafiğe uygun hâle getirmekten bir farkı kalmadı artık.
Hepimizi şaşırtan ve art arda çıkan bu yangınların çıkma nedenleri neler olabilir?
Son yıllarda gençler arasında motosiklet kullanımının yaygınlaştığını ve sıkça kazalar yaşandığını biliyoruz. Bu kullanımın, toplumun genelini etkileyen tarafları da ortaya çıkmaya başladı. Egzoz patlatan gençlerin çıkardığı gürültüden dolayı yol kenarlarında oturamaz, konuşamaz hâle geldik. Bu motorluların bir kısmının özellikle geç saatlerde, orman içinde veya kenarındaki mesire alanlarına gittiklerini, buralarda şişeli içecekler tükettiklerini, sonrasında bu şişeleri yol kenarlarına ve orman içlerine attıklarını sanırım duymayan/bilmeyen kalmamıştır. Yöre halkını rahatsız eden bu durumun yetkililer tarafından dikkate alınmasının, yangınların görünmeyen nedenlerinden birini ortadan kaldıracağını düşünüyorum.
Yaz aylarında, ormanlara giriş ve çıkışların kontrol altına alınmasının yanı sıra ana güzergâhta (şehirlerarası yollarda) yerleşim yerleri ve dinlenme tesisleri dışında arabaların mola vermeleri (durmaları) konusunda da dikkatli olmamız gerekiyor. Fikirlerimin insan hakları ve özgürlükleri bağlamında eleştiri alacağını biliyorum ama kimse kusura bakmasın yangınları önleyeceksek, her ayrıntıyı masaya yatırmak, bu ve benzeri tedbirleri düşünmek zorundayız. (Halkta, yangınların kasıtlı çıkarıldığı yönünde bir kanaat oluşmaya başladı ki bahsin bu yönünü araştırmak konunun uzmanlarının işidir ve meselenin bu yönü bizi aşacak derinliktedir.)
Kimse alınmasın, yazmak zorundayım.
Köydeki evim okulun ve halı sahanın hemen yanında. Her gün onlarca su şişesi, meyve suyu/gazoz kutusu, çerez ve kullanım poşeti toplamaktan yoruldum ama çocuklar ve gençler defalarca uyardığım hâlde çöplerini çöp konteyneri yerine ortalığa atmaktan vazgeçmediler. Meslektaşlarım ve spor eğitmeni dostlarım eğitim ve spordan önce yaşadığımız yeri/mekânı temiz tutma konusunda öğrencilerine örnek olamazlar mı, yol gösteremezler mi, en azından nasihatte bulunamazlar mı?
Şunu söylemeye çalışıyorum, yangını söndürmek için alınan veya alınacak tedbirlerden önce, yangının çıkmasını engelleyecek uygulamalara başvurmalıyız. İnsan da, ağaç da, diğer canlılar da sevgiyle korunur. Çocuklara ve gençlere bu sevgiyi geçirmenin yolu öncelikle onlara örnek olmaktan, sanatın eğitici ve öğretici gücünü kullanmaktan geçiyor. Ağaç ve orman sevgisini anlatan/aşılayan romanlar, şiirler, hikâyeler, denemeler okutarak, anlatarak, onlara bu sevgiyi fark ettirmeliyiz. Lise yıllarında orman bayramında yazdığım bir şiirle il genelinde dereceye girdiğimi, dönemin tümen komutanı Nezihi Çakar’ın elinden ödül aldığımı, bu takdir edilmenin bendeki ağaç sevgisini geliştirip attırdığını bu bahse örnek olarak verebilirim. Bireylerin hayatında, onların bir ömür unutamayacakları güzellik köşeleri açmalıyız, doğayla ve doğadaki canlılarla ilgili, söylemeye çalıştığım bu.
Okullarla birlikte camiler ve din görevlileri de orman ve ağaç sevgisinin yaygınlaşmasına aracılık etmeli, retorik söylemlerin ötesine geçip yaz kurslarının bir kısmını bu konuya ayırmalıdır. Sözle değil uygulamayla, gerekirse ağaç dikerek, sulayarak ve dilsiz varlıklara yiyecek vererek, dağıtarak.
Başka neler yapılabilir?
Orman köylerinde yangınlara ilk müdahale ekipleri oluşturulabilir ve belli bölgelerde itfaiye arabaları hazır bekletilebilir.
Orman görevlileri (korucular) benim çocukluğumda ormanda yatar ormanda kalkarlardı, bu tür uygulamalara sadece kaçak ağaç kesimlerini denetlemek için değil, yaz aylarında yangınları zamanında fark etmek ve büyümeden söndürmek için de devam edilmelidir.
Bu bölgede yaşayanlar çiftçilik, meyvecilik ve hayvancılık yaptıkları için yazlarını tarla ve bahçelerde geçiriyor. Tarla ve bahçe işlerinde her anlamda dikkatli olmak gerekiyor. Bu nedenle önce halkın bilgilendirilmesine sonra yangına ilk müdahale unsurlarının her önemli kavşakta oluşturulmasına ihtiyaç var.
Yangın söndürme ekibinden biri anlatmış.
Doğançay’da hızlı tren demiryolu için açılan tünelin üstünde -elektriklerin kesilmesinin hemen akabinde- çıkan yangında, yangının başka bölgelere sıçramasının nedenlerinden biri, bir “kuş”muş. Ateşler ortasında kalan bu kuş kaçmaya çalışmış, tutuşan kanatları yüzünden ancak bir miktar uçabilmiş ve sonrasında kendini yere bırakmış. Kuşun düştüğü yer kısa sürede ateş topuna dönüşmüş ve yangının yayılmasının nedenlerinden biri buymuş. Ormanla birlikte sadece ağaçlar değil karıncalar, sincaplar, tavşanlar, kirpiler, kaplumbağalar, yuvalarında uçmayı yeni yeni öğrenmeye başlayan yavru kuşlar da yanıyor. Ormanı evi olarak benimsemiş canlılar yanıyor hem de diri diri yanıyor. Yangının yerleşim yerlerine ulaştığı bölgelerde ahırdaki, ağıldaki hayvanlar yanıyor, ağlaya ağlaya yanıyor, feryat ede ede yanıyor. Böyle durumları kayıt altına alan videoları izleyemiyorum. Hepimiz suçluyuz, korumamız gereken varlıkları, canlıları koruyamadığımız, yaşatamadığımız için, kendi dışımızdakileri sevmeyi bir türlü beceremediğimiz, öğrenemediğimiz için.
Olmuş ve olacak bütün yangınların ve kötülüklerin faili ve maznûnu biziz.
Birçok şehrin ve yazarın kaderini yangınlar belirledi.
Çocuk yaşta Fatih’teki evleri yanan Mehmet Akif’in Balkanlar için kopardığı feryattan birkaç kelimeyi başlığa aldık. Âkif gibi ailece yangın felâketini yaşayan Tanpınar’ı, Necatigil’i, Ahmet Ağaoğlu’nu rahmetle anıyoruz. (Seyitgazi’de asrımıza anlam katan kahramanların hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.) İstanbul yangınlarından mülhem olduğunu düşündüğümüz Hüsn ü Aşk için Galip Dede’ye minnetlerimizi iletiyoruz. Bile bile orman yakmanın insan yakmaktan farkı olmadığını hatırlatarak sözlerimizi bağlıyoruz.
Son not: Birçok ağaç türünü içinde barındıran ormanlarıyla Marmara’nın oksijen deposu olan Adapazarı’nda iki güzide üniversitemiz var. Bu üniversitelerde şehrin sanayi kuruluşlarına kılavuzluk yapan “mühendislik fakülteleri” var. Yine şehrin zirai altyapısına, birikimine bilimsel çalışmalarıyla öncülük eden “ziraat fakültesi” var. Arifiye’deki bu fakültenin Geyve ile Pamukova arasına Sakarya Nehri’nin kenarına kurulmasını hayal etmiştim ama büyüklerimiz Arifiye’yi uygun gördüler. Adapazarı’nda orman fakültesi var mı bilmiyorum, internet üzerinden üniversitelere baktım bulamadım, gözümden kaçmış olabilir. Orman yangınlarından orman fakültesine geçer gibi olduysak kusurumuza bakılmasın. Sanatla beslenmeye (incelmeye) ve bilimle aydınlanmaya (insanca/kardeşçe yaşamaya) inanıyorum.
FACEBOOK YORUMLAR