Ekonomist değilim ama yıllarca usta bir ekonomist gibi kazancımızı, giderimizi ince ince hesapladım. Yaşamın yalnızca karın doyurmak olmadığını anlıyor; sağlık, kültür, seyahat, sanat ve nice estetikle beraber anlam kazandığını biliyordum. Erişebilme ümidim olan hiçbir nimetten uzak kalmamak için de hem üretmeye hem de bilinçli tüketici olmaya gayret ettim.
Günümüz gerçeklerine bakınca ürkmekteyim. Soğan ekmek yiyerek ve alışveriş yapmayarak ülke ekonomisini kurtarabileceklerini söyleyenleri duyunca şaşırmış, soğan ve ekmek(buğday) üretenlerin dışındaki insanların; tekstilci, mobilyacı, badanacı, inşaatçı, sanatçı, zanaatkar (terzi, berber, aşçı, garson, kurye vb) ne kazanacak ne yiyecek diye dehşete düşmüştüm.
Bugün tüm dünyada kriz var deyip ülkedeki ekonomik krize kılıf bulanlar veya dövizle mi yaşıyoruz diye konuşanlar da beni şaşırtıyor.
Euro ve Dolar karşısında hızla değer kaybeden Türk Lirası bizi nereye götürür dersek göreceğimiz manzara bellidir. Herbirimiz hizmet sektöründe çalışan ırgatlar oluruz bu gidişle.
Yakın sınır kapılarından girerek rahatça alışveriş yapan Bulgarlar, Ermeniler ve Gürcüler; hatta yurt dışında çalışan bizim insanlarımız için ülkemiz nasıl cazibe merkezi olduysa; oturdukları yerde, kataloglardan seçerek ülkemizden lüks konutlar, yazlıklar ve kocaman kocaman araziler alan Araplar için gayrimenkullerimiz nasıl kelepir mal olduysa, bizim için o denli uzak bir hayal artık yurt dışına seyehat etmek; çocuklarımızı eğitim için başka ülkelere yollayabilmek ve çalışmaya giden yurttaşlarımızın oralarda saygınlık görme ihtimali.
Bu akıl ve sıkışmış mali durumlarla ülke içinde de yurtdışında da hizmet sektöründe çakışacak adamlar yetştirebiliriz sadece.
Komşum, yıllar önce Çin'e seyahat edip, orada yaşayan oğluna bir ay misafir olmuş ve gelince şöyle söylemişti. "İnsanlar iki yumurta için markete gidiyor. Gün içinde yiyeceklerinden fazlası yok mutfaklarında. Hediyelik eşya almak istediğimde de gördüm ki pazarlarında ipe sapa gelen tek şey yok". Ürettiğini tüketebilmek, yetiştirdiğini yiyebilmek özgür halkların hakkıdır. Reji günlerini unuutmadık. Tarlasındaki tütünü çalmak, gizlice içmek, yakalandığında cezalandırılmak kaderiydi bir zaman köylümüzün, çünkü ekonomimiz batmış, "mal" olmuştuk hepimiz.
Amerika'da; Çinli, Hintli, Koreli, Zenci mahalleleri neden var diyorsak onların hepsine muhtaç Amerika. Garsonlar gerek; temizlikçiler, aşçılar, çöpçüler, berberler, kasaplar, tamirciler.....hepsi gerek onlara.
Şimdilerde beyin göçü var Batıya. Doktorlarımız, mimarlarımız, yetişmiş kalifiye elemanlarımız, bilim ve düşünce insanlarımız; siyasi otoritenin baskısı, güvensizlik ortamı, adaletsiz paylaşım, liyakat eksikliği, insan yaşamının değersizliği ve nice olumsuzluk yüzünden ülkeyi terk etmekte. Gidenlerin hepsi Cumhuriyetin armağanı, pırıl pırıl insanlarımızdı oysa. Yıllar önce Almanya'ya yolladığımız gariban çocuklarımız, evinden yuvasından ayrı koyduğumuz vatandaşlarımız değildi onlar.
Verdiğimiz göçler, geride küskünler ve umutsuzlar ordusu bırakmakta.
İnsan, temizlikçi, tamirci, hastabakıcı, işçi, esnaf, memur olabilir. Her alanda çalışmaya muhtacız. Herbir iş erbabı birbirine hizmet eder. Berber nalbantın sakalını traş eder, nalbant fırıncının atına nal takar, fırıncı doktora ekmek yapar, doktor mühendisi iyileştirir, mühendis birilerine ev yapar diye uzayıp giden bir birbirine hizmet veren mutlu bir zincirin halkaları olmalı yaşamı var eden. İnsanlar akşam olunca huzurla evine dönüyor, gurbet kahrı çekmiyor, adil yaşam sürüyorsa mutludur.
Ürettiğini tüketemeyen köle toplumlardan olmak hiç mi hiç imkansız değil.
Belçika'nın Kongo Cumhuriyetini sömürgeleştirmesi, fildişi ve kauçuk kaynakları için insanlara yaptığı işkenceler (itaate uymayan işçilerin kol ve bacaklarını çapraz kesmek gibi) hala izini kaybetmedi. Şimdilerde zaman öncesinden bahsediyor veya bir film sahnesinden söz ediyormuşuz gibi bize uzak ve merhametsizce gelen bu olayların farklı versiyonları hala sürmüyor mu?
İngiltere, İtalya, Fransa, ABD, Rusya sömürgecilik yarışında değil miydi? (Gerçi onlar da Osmanlı'yı, zapt ettikleri toprakları anlatıyor muhtemelen) Bakış açılarımızla tarihe yön verdiğimiz de başka bir gerçek olsa gerek.
Borcunu ödeyemeyenin evine haciz gelir. İcra memuru senin hikayeni dinlemez, gözyaşını silmez. Ne manevi değerlerin, anıların kalır çiğnenmedik, ne pula dönen servetin, ne onurun, gururun, şerefin. Beş paralık olup kalıverirsin ortalıkta.
Artan Dolar veya Euro değil günden güne artan dış borcumuz. Düne kadar Cumhuriyetimizin ve beş yıllık kalkınma planlarının getirisi olan fabrikalarımızı üç kuruşa satıp özelleştirenler, yabancılara peşkeş çekenler, kapısına kilit vuranlar, Çin ekonomisinden ve üreterek kalkınmaktan bahsediyor.
Nerede kaldı Seka kağıt fabrikası; şeker fabrikalarının hali, Sümerbank'ın sonu ne? Bor madenlerinin akıbeti nedir? Her seçim öncesi bulduğumuz petrol yatakları altın madenleri nerede?
Sanayi ülkesi olacaktık, Batı'nın bize reva gördüğü hayvancılık ve tarımla oyalanmayacaktık ama evinizi az ısıtın, soğan ekmek yiyerek ekonomi kurtarın, yastık latından altınları dövizleri çıkartın nasihatleri ile balbaşa kaldık. Güvensiz ortamlarda halkın tek çaresidir altın ve döviz; neden güvenilir olamadınız?
Çalışmak için sırtımıza vurulacak semerden başka ne kaldı, ona da razı olalım ama çiftçi tarlasını ekemez hale geldiyse ne taşıyacağız; tabakhaneler de kapanmışken.
FACEBOOK YORUMLAR